-Mevlana Celaleddin Rumi (Celaleddin Muhammed) Abdülbaki Gölpınarlı Mesnevi-i Şerif Tercümesi Şerhin'den-
Üç söz vardı: söylendi mi umumi manası anlaşılırdı;
Mevlana’ya verildi hususi bir mana kazandı. Önceleri bir şiir tarzına mesnevi
denirdi; çağımızda mesnevi denince Mevlana’nın Mesnevi’si hatıra gelir.
Önceleri, bir alime Mevlana denirdi; bugün Mevlana dendi mi Mevlana
Celaleddin’i hatırlıyoruz. Her mezara türbe derlerdi; artık türbe sözü
Mevlana’nın kabrini hatırlatıyor.
Gerçekten bu hükümlerin ikisi doğrudur yerindedir. Bugün,
filan şairin şu addaki mesnevisinde gibi bir tahsis yapılmaz da, Mesnevi’de
diye bir söz söylenirse, mutlaka Mevlana’nın Mesnevi’si hatırlanır; bu, batıda
da böyledir, doğuda da… Mevlana filan diye bir ad anılmadan, Mevlana dendi mi?
De akla ancak Mevlana Celaleddin gelir. Fakat üçüncü hüküm yalnız Konya’ya
aittir. Başka bir yerde türbeye gidiyorum dense muhatap, hangi türbeye diye
sorar; fakat bu söz Konya’da söylenirse
ancak Mevlana’nın türbesi hatıra gelir.
-Mesnevi’nin sonsuz faydalarından
en azını söylemek, sayıya sığmaz faydalarından en değersizini bildirmek
gerekirse deriz ki: Gözün bir bakışına, hatıra bir kerecik gelip geçişine,
sevgiliye bir kere bakışa, onu bir defacık görüşe ebedi zamanları
sığdırır; insan anlar, görür, seyreder.
Umarız ki gayb alemini arayan, kimsenin ayıbını görüp söyleyecek ateşli huya
sahip olmayan kardeşler, ömür sermayesini en değerli inciler, mücevherler
olduğunu bilirler de onun çevresinde dönüp dolaşırlar, o sermayeyi, eşsiz
şeyleri araştırmaya görülmemiş şeyleri araştırmaya harcarlar. Can gözü, anlayış
sürmesiyle aydınlanıp bezenmiş kişi, iyiden iyiye bilir ki güneş, neliksiz,
niteliksiz zata nispetle bir zerreden de küçüktür; renkten renge giren âleme ait
oluş bakımından zerreden de değersizdir. Ama gene de, adları kutlu olsun,
yaratıp olgunlaştıran Allah, cömertliklerle dopdolu olan varlığını, zatının
sıfatlarını anlatırken Kuran’da “Onun delillerinden biride güneştir” buyuruyor.
Yani sanat eseri sanatkârdan ayrılamaz. Bütün akıllar, akılla anlaşılabilecek
her şey, temellerin temeliyle kıyaslanınca, vasfedilemeyecek bir sıfattan başka
bir şey olamaz. Karanlıkları delen, aydınlatan binlerce yıldız, vahimden doğan
güneşin ışığının, karşısından yok oluş örtüleri altına girer; görünmez olur
gider. Artık varlıklar hakkında ki zannın nedir ki? Hele bunların arasında bir
nispette yoktur. Ama sen vahme kapılıyorsan, başın, başın canın varsa da ondan
mahrumsun, kararı olamayan, fakat gösterişe kapılan birisin. Çalışıp
çabalamaktasın; kuruyup kalmışsın, dik başlısın, oyuna dalmışsın. Bir kuzgunsun
ki işin alayındasın faydasız ötüp durmadasın. Yanılmışsın, unutup gitmişsin,
bilgisizsin sen. Şeytan’ın sidiğiyle sarhoş olmuş, gaflete dalmışsın. Kim kadri
yüce Mesnevi’yi kınar, kınama dilini açarsa, ona cevap olarak şu iki beyit
yeter; onun layığı bu beyitlerin mealidir; ululanıp başını diken her kişiyi
kendisi de görür, başkası da;
Gönlü
olmayan kişinin edebe ihtiyacı olmayışı,
Başsız
eşeğin yulara, bağa ihtiyacı olmayışıdır.
Dünyayı
elde eden kişiyle, ona karşıdan bakan kişi arasında ki fark,
Baktığını
gören kişiyle, yanında, ışıklarla karanlıklar bir olan kişinin arasındaki fark
gibidir.
Mevlana
Celâleddin Muhammed
Not: Bu dibace Mesnevi’nin içinde mevcut değildir.
Mevlana tarafından yazdırılmış, sonra belki fazla mustalah olduğundan,
beğenilmeyip Mesnevi’den çıkartılmıştır. Fakat Mevlana’nın halefisi Çelebi
Hüsameddin atmaya kıyamamış ve muhafaza etmiştir. Aşağı yukarı yüz sonra Mevlana
Celâleddin (Rumi) Muhammed oğlu Sultan Veled oğlu Emir Vacid Çelebi’nin eline
geçmiştir. Emir Vacid Çelebi’nin vefatından (1342) iki yüz altı yıl sonra Alayi
tarafından bizlere nakledilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder