18 Ağustos 2013 Pazar

Mesnevi-i Şerif, Mevlana Celaleddin Rumi (Celaleddin Muhammed)

-Mevlana Celaleddin Rumi (Celaleddin Muhammed) Abdülbaki Gölpınarlı Mesnevi-i Şerif Tercümesi Şerhin'den-


  Üç söz vardı: söylendi mi umumi manası anlaşılırdı; Mevlana’ya verildi hususi bir mana kazandı. Önceleri bir şiir tarzına mesnevi denirdi; çağımızda mesnevi denince Mevlana’nın Mesnevi’si hatıra gelir. Önceleri, bir alime Mevlana denirdi; bugün Mevlana dendi mi Mevlana Celaleddin’i hatırlıyoruz. Her mezara türbe derlerdi; artık türbe sözü Mevlana’nın kabrini hatırlatıyor.

  Gerçekten bu hükümlerin ikisi doğrudur yerindedir. Bugün, filan şairin şu addaki mesnevisinde gibi bir tahsis yapılmaz da, Mesnevi’de diye bir söz söylenirse, mutlaka Mevlana’nın Mesnevi’si hatırlanır; bu, batıda da böyledir, doğuda da… Mevlana filan diye bir ad anılmadan, Mevlana dendi mi? De akla ancak Mevlana Celaleddin gelir. Fakat üçüncü hüküm yalnız Konya’ya aittir. Başka bir yerde türbeye gidiyorum dense muhatap, hangi türbeye diye sorar;  fakat bu söz Konya’da söylenirse ancak Mevlana’nın türbesi hatıra gelir.

-Mesnevi’nin sonsuz faydalarından en azını söylemek, sayıya sığmaz faydalarından en değersizini bildirmek gerekirse deriz ki: Gözün bir bakışına, hatıra bir kerecik gelip geçişine, sevgiliye bir kere bakışa, onu bir defacık görüşe ebedi zamanları sığdırır;  insan anlar, görür, seyreder. Umarız ki gayb alemini arayan, kimsenin ayıbını görüp söyleyecek ateşli huya sahip olmayan kardeşler, ömür sermayesini en değerli inciler, mücevherler olduğunu bilirler de onun çevresinde dönüp dolaşırlar, o sermayeyi, eşsiz şeyleri araştırmaya görülmemiş şeyleri araştırmaya harcarlar. Can gözü, anlayış sürmesiyle aydınlanıp bezenmiş kişi, iyiden iyiye bilir ki güneş, neliksiz, niteliksiz zata nispetle bir zerreden de küçüktür; renkten renge giren âleme ait oluş bakımından zerreden de değersizdir. Ama gene de, adları kutlu olsun, yaratıp olgunlaştıran Allah, cömertliklerle dopdolu olan varlığını, zatının sıfatlarını anlatırken Kuran’da “Onun delillerinden biride güneştir” buyuruyor. Yani sanat eseri sanatkârdan ayrılamaz. Bütün akıllar, akılla anlaşılabilecek her şey, temellerin temeliyle kıyaslanınca, vasfedilemeyecek bir sıfattan başka bir şey olamaz. Karanlıkları delen, aydınlatan binlerce yıldız, vahimden doğan güneşin ışığının, karşısından yok oluş örtüleri altına girer; görünmez olur gider. Artık varlıklar hakkında ki zannın nedir ki? Hele bunların arasında bir nispette yoktur. Ama sen vahme kapılıyorsan, başın, başın canın varsa da ondan mahrumsun, kararı olamayan, fakat gösterişe kapılan birisin. Çalışıp çabalamaktasın; kuruyup kalmışsın, dik başlısın, oyuna dalmışsın. Bir kuzgunsun ki işin alayındasın faydasız ötüp durmadasın. Yanılmışsın, unutup gitmişsin, bilgisizsin sen. Şeytan’ın sidiğiyle sarhoş olmuş, gaflete dalmışsın. Kim kadri yüce Mesnevi’yi kınar, kınama dilini açarsa, ona cevap olarak şu iki beyit yeter; onun layığı bu beyitlerin mealidir; ululanıp başını diken her kişiyi kendisi de görür, başkası da;

                Gönlü olmayan kişinin edebe ihtiyacı olmayışı,
                Başsız eşeğin yulara, bağa ihtiyacı olmayışıdır.
                Dünyayı elde eden kişiyle, ona karşıdan bakan kişi arasında ki fark,
                Baktığını gören kişiyle, yanında, ışıklarla karanlıklar bir olan kişinin arasındaki fark gibidir.
                Mevlana Celâleddin Muhammed

  Not: Bu dibace Mesnevi’nin içinde mevcut değildir. Mevlana tarafından yazdırılmış, sonra belki fazla mustalah olduğundan, beğenilmeyip Mesnevi’den çıkartılmıştır. Fakat Mevlana’nın halefisi Çelebi Hüsameddin atmaya kıyamamış ve muhafaza etmiştir. Aşağı yukarı yüz sonra Mevlana Celâleddin (Rumi) Muhammed oğlu Sultan Veled oğlu Emir Vacid Çelebi’nin eline geçmiştir. Emir Vacid Çelebi’nin vefatından (1342) iki yüz altı yıl sonra Alayi tarafından bizlere nakledilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder